LADİKLİ AŞIK AHMET HÜDAİİ
Ladikli Hacı Ahmed Ağa Hazretleri (Kaddesallahu Sırrahül Aziz) Konya'nın bereketli toprağında yetişen Veliler sarayının sultanından. Ümmi velakin; manevi ilim, irfan, marifet ehli. Aşk ve muhabbet deryasında kaynayan, takva vera sahibi, eşsiz kerametlerin kahraman, ulu erlerden, Allah'ın dostlarından biri idi. Konya'nın Sarayönü kazasına bağlı, şirin Ladik kasabasında doğmuş. Tertemiz burada büyümüş, yetişmiştir. Babasının adı Mehmet, annesinin adı ise Emine olup 1304 tevellüdü ile dünyaya teşrif etmiştir. 1389 Seferberliğinde iki ağabeyi ile birlikte cepheye gitti. Babası üç evladını da; "Ölmek var, dönmek yok. Bana gazi ya da şehit babası olmayı bana çok görmeyiniz. Biz sizleri bu günler için büyüttük. Vatan, Millet, Din, İman, Kur'an ve İslam sizlerden bugün, yolunda kanlar ve canlar feda etmeyi beklemektedir. Hakkın rızası, Peygamber Efendimizin hoşnıutluğu için bu uğurda erlik zamanıdır. Yolunuz açık, bileğiniz kavi olsım.." Düaları ve tenbihleriyle onların alınlarından öperek yolcu etmiştir. İlk korkunç mücadelede; Pınar, Losfaki, Çatalca, Vokestin, Dökme Meydan Muharebelerine katılarak kahramanca çarpıştılar. Daha sonra; Makedonya'da, Yunanistan, Arnavutluk ve Bulgaristan'da çeşitli cephelere katılan Ahmed Ağa, cepheden cepheye koşan Mehmetçiklerin arasında idi. Aç, susuz ve cephanesiz kaldıkları halde ümitsizliğe düşmeden iman ve inançlarının verdiği sebat edip çalıştılar. Balkan harbinde bulunmuşlar. Ağabeylerinden biri Çanakkale'de, diğeri de Kırkgaziler'de şehit olmuşlardır. Ahmet Ağa'mız da ikinci defa burada yaralılar arasındadır. Savaşlar dizesinde; Hicaz cephesi bölgesinde, azgın İslam düşmanlarına karşı savunma görevi için kavurucu Arabistan çöllerinde savaşan Mehmetçiklerden biri de Ahmet Ağa'dır. Kanal harekatında yaralanışı göğsüne şeref madalyası oldu. Hacı Ahmed Ağa bir ziyaretimde o günleri şöyle anlatmıştı: "-Şimdiki yahudilerin yerleştiği Gazze şehri civarında, İngilizlerle harp ederken mensup olduğum birlik İngilizler'ce pusuya düşürülmüş, birliğin tamamı makinalı tüfeklerle taranıp bir kısmı öldürülmüş bir kısmı da yaralanmıştı. Ben de vurularak çöle düştüm. Yanımdaki arkadaşlar da peş peşe vurularak üzerime düşerek şehid oldular. Bunların arasında sıcaktan kavrulan kumların üzerinde, son derece susuzluktan yanıyor, bir taraftan da yaralarım sızlıyordu. Artık Mevla'ma yönelmiş, O'na kavuşma anımı bekliyordum. Bulunduğumuz mevki; Esas birliğimize üç günlük yol, bu arada hiçbir canlı yok. Yardım ve kurtuluş ümidi kalmamıştı. Tam bu sıralarda; Nihayetsiz kerem sahibinin Kudret ve Vefa eli bize erişti..."Hacı Ahmed Ağa, bu hali şöyle tasvir eder; NELERDEN KURTARIR MEVLA İNSANI Susuz püryan giderken çöle Düşmüşüm kalmışım hayırlı ele Kalbim Mevla ile olursa bile Nice ol çöllerde kalmaz Hüdai Düşmüşüm çöllere pek yakın Tur'a Ciğer püryan oldu sızlıyor yara Ol Mevla'mın nuru düşmüştür bura Mevlası darda koyar mı Hüdai Hüda'dan başka çölde kimse yoktur Ol Mevlam olursa derdime Doktur Hakikatten başka kapı yoktur Hakk'tan ayrılır mı asla Hüdai Kapında bekleyen ol aciz benim Kullara çok lüt-fü ihsanın senin Hakikattan gelir ilhamım benim Mevla'dan ayrılmaz asla Hüdai Kanalı geçmeye kurdular düzen Orada duymuşum semada ezan Ol beni kurtaran dünyada gezen Mevla'dan ayrılmaz asla Hüdai Bir nazar eyledim Tığ ile Tür'a Ömründe kuş dahi uçmamış bura Hakka yaklaştırdı seni bu yara Yansa da Hakk'tan ayrılmaz asla Hüdai Kumları boyanmış Şehidler kanı Veren alır ımış bu tatlı canı Nelerden kurtarır Mevla insanı Nice ol çöllerde kalmaz Hüdai Kimse bilmez bu Ahmed'in Aşkını Verseler istemem bu cihan köşkünü Maşuk'u ararım burdan geçti mi Mevlasına yakın oldu Hüdai Tam çaresizlik içerisinde, sıcak kumlar üzerinde susuzluktan kavrulan bedenim al kanlar içinde mecalsiz, yaralarım sızlarken, Güneş’in vurduğu yerden bir beyaz atlı belirdi, bize doğru geliyordu. Düşman zannı ile korkumdan kendimi ölüler arasında, ölmüş gibi göstererek yere yatmıştım. Atlı bize yaklaştı ve bana..: -Esselamüaleyküm..! Ahmet ne oldu yaralandın mı? Kalk bakalım..! Diyerek ismimi söyleyince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım.. -Kalkmaya mecalim yok.. dedim. Attan inip yanıma geldi, beni sıkıştıran şehid arkadaşlarımı üzerimden birer birer çekti. Susuzluktan yanıyordum. -Sana su vereyim mi? Deyip, su dolu bir matara verdi. Susuzluktan yanan bağrıma, o Vefa elinin verdiği; hayat ve aşk bahşeden şifa suyunu içtim... kana kana..! Mubarek Zat; Ellerini sızlayan yaralar üzerinde gezdirirken, sızılarım duruyor taze hayat buluyordum. İşte o su, beni başka bir aleme götürdü. Bana ne oldu ise; Rahman’ın Vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden sudan sonra oldu.! Sonra beni kaldırıp atının terkisine aldı. En yakın, üç günlük yoldaki genel karargaha götürdü. Bu yolu nasıl, ne zaman geldiğimizi bilemedim. Karargahın yakınına atının terkisinden beni indirdi. Bir değneğe kırmızı bir bez bağlayıp askerlere salladı. Ayrılacağımız zaman beni getiren bu Zat’a..: -Efendim sizi bir daha görecek miyim? Dedim. Mubarek Zat bana..: -Ahmet Ağa; Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle beraberiz. Yok öyle yaşamazsan, bu son görüşmemiz... dedi ve ilave etti..: -Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün, dersin. Hadiseyi nöbetçi subayına anlat, benim de selamımı söyle..! dedi ve kayboldu. Askerler bir sedyeyle gelip beni aldılar. Beni götürürlerken parola soruyorlardı; fakat ben cevap veremiyordum. Birliğimi söyledim bana inanmadılar..: -O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan, senin söylediğin birlik buraya 3 günlük yol. Nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun! Dediler. Ben de : -Siz beni nöbetçi subayına götürün.. dedim. Askerler beni nöbetçi subayına götürdüler. Nöbetçi subayı, ehli hal, aşık bir kimseymiş. Ben nöbetçi subayına; Birliğimizin başına gelenleri, yaralanıp düştüğümü, beni kurtaran Adam’ın gelişini ve durumunu anlatırken subay heyecanlanıyordu, kendisine...: -Beni kurtaran kimsenin size selamı var..! deyince.. Subay hemen altındaki sandalyeyi bana verdi, bana hürmet etmeye başladı ve ..: -Nasıl oldu, bir daha anlat..! Diyerek üç kere tekrar ettirdi. Her tekrar edişinde heyecanı daha da artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran doktor işin farkına varmış, bana inanmayanlara: -Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böyle bir koku duydunuz mu? Şu hastanın kokusuna bakın, mis gibi kokuyor... dedi. Ben hastanede bulunduğum müddet içerisinde, Hocam bir iki defa ve bana : -Ahmed, terhis olup memleketine gittiğinde, ben yine gelip seni bulacağım, merak etme!.. dedi, gitti. Elhamdulillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiller, artık memleketim olan Ladik’e gelmiştim. İşte Hocamın bana çölde yaralı iken gelip kurtardığı sırada verip içirdiği, bana hayat bahşeden o sudan sonra bende bir aşk başladı. Aşk ateşi beni günden güne benim sinemi yakmaya ve beni dağlara, ıssız yerlere sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum, derdimi de kimseye anlatamıyordum. Yine bir gün sıkıntımdan, üzüntü ve kederimden ne yaptığımı, ne yapacağımı bilmez bir halde iken, Aşk’ın galebesi ile dağlara çıkıp gittim. Bir kış günü idi, her taraf kar kaplı. Bir de baktım ki, onbir tane kurt arkama düştüler. Durumlarından aç oldukları belli idi. Korkup olduğum yerde durdum, onlar da durdular. -Yaa Rab..! Sen muhafaza eyle.! Diyerek , Rabbıma niyaz ettim. Hayvanlar ağızlarını kaldırarak hep birden öylr bir uludular ki; Vücudumun bütün kılları , adeta elbisemden dışarı çıkmıştı. Tam o sırada, semadan kurtların üzerine beyaz, koyun kuyruğu şeklinde birşey indi. Hemen kapışıp yediler ve birazını bırakıp gittiler. Onlar gittikten sonra, o şeyin düştüğü yere varıp; Acaba bir parça kalmış mı? Diye bakarken ufacık bir parça buldum. Hakikaten kuyruk şeklinde beyaz ve yumuşak bir şeydi. Bu parçayı aldım yedim. Günlerce açlık hissetmedim..! İşte böyle günler aylar geçiyor. Hep gözlerim yolları gözlüyor. O’nu bekliyorum ;çünkü; -Geleceğim... demişti. Gönlümdeki yangın ateşi arttıkça, lisanım gönlümdeki feryadı dışarıya döküyordu... BEKLER BU AHMED Böyle mi tenbih etti evradı veren Hak’tan ayrılır mı Hakikati gören Aşkın dolu’sunu eliyle veren Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Bimem ki gücendin gelmedin bana Bu aşkın yangını başlıca sana Meşgül mu oldun daldın cihana Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Beklerim yolları hala gelmedin Bu yangınlık neden oldu bilmedim Tebessümden başka fazla gülmedim Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Ölüpte bilirim toprak olmadın Cihanı gezdin bir ücret almadın Şimdiye kadar sen hiç geç kalmadın Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Yoksa çağırırım deryayı İlyas’a Yoksa çıkar gelir Musa’yı asa, Feryadımı duyar Muhammed, İsa Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Bir ah eylesem ben bulurum seni Mevlam yarattı bu sevgili teni Türaba girsem de boşlamam seni Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Kimse bilmez bu Ahmed’in aşkını Verseler istemem cihan köşkünü Maşuk’u ararım buradan geçti mi Çıkmış yollarına bekler bu AHMED Tam oniki sene geçmişti aradan. Nihayet bir gün Elhamdülillah, Hocam teşrif edip göründüler, artık dünyalar benim olduç İşte o günden sonra, hemen hemen hergün uğrar, lüzum eden ders ve malümatı verirdi. Zaman geldi artık beni alır, kendisi ile beraber manevi toplantılara götürürdü. Kendisi gelmediği zaman, manevi telefonla haberleşir, emredilen yere saatinden önce varırdım. Daima böyle saatinden önce vardığım için de, üstadım beni çok sever memnun olurdu. Evet mubarek Sultani Allah Dostu böyle idi. Vazifeye ruhen değil, bedenen olurdu. Bir gün Zıvarıklı Hacı Ahmed Ağa ile, Ladikli Hacı Babanın ziyaretine gitmiştik. O zaman evi, Ladik’teki tepenin üzerinde idi, evinin karşısında da odası vardı. Odaya misafir olduk, yatsı namazına kadar beraber kaldık. Namazı kılınca bizden müsade alıp gitti. Odanın pencereleri, evinin sokak kapısına karşıydı. Biz Zıvarıklı Hacı Ahmed Ağa ile, vazifeye nasıl gidiyorlar görelim diyerek pencereden bakıyorduk. Ben zannediyordum ki; Evinin sokak kapısını açıp gidecekler. Öyle olmadı evinin avlusundan kapıyı açmadan füze şeklinde, arkadaşıyla birlikte öyle bir sema ya yükseldilerki, bir anda kayboldular. İkisi de göz kamaştırıcı bir şeklinde yükselip gittiler. Sabah namazına kendisi yalnız geldi. HİLYE VE ŞEMAİLİ; ( RESİMLERİ ) Uzuna yakın orta boylu, buğday benizli, naif bedenli, normal kır sakallı, çukurca gözlü, hilal kaşlı. Nurani simasında halvet ve melahat’ın güzelliği görülürdü. Gayet cömert, vakar, temkin ve itidal ehli idi. Sükutu ihtiyar eden, ihtiyaç halinde konuşurlar. Ümmi olmasına rağmen, Hocası Hızır Aleyhisselam olduğu için, ondan manevi ilimler almış olup, İlm-i Hikmette yekta idi. Kendisini Hakk’ın rızasına, halkın hizmetine adamış, her zaman ve her yönde halkımıza önder, rehber, teselli ve ümit kaynağı idi. Kendisine bir şey sorulduğu zaman; -Durun gardaşım, şimdi cevabınızı getiririm.. der, gider Hızır Aleyhisselam’a sorar, cevabını alır getirirdi. Kimseyi kırmaz ve geri çevirmezdi. Bazı kimseler kendisine gelip; - Hacı Baba, manevi yolda bize rehber olsan, bize manevi alem için ders versen olmaz mı..? diyenlere tebessüm ederek: - Ben bu işin ehi, selahiyetlisi değilim. Sizler Hacı Sami (K.S) Hazretlerine gidini işin ehli selahiyetlisi O’dur.. derdi.
Bilal Genç
 
Kullanıcı adı:
Şifre:
!!HOŞ GELDİNİZ!!



WwW.HtMlOvAsİ.Tr.Gg

 
NAMAZ VAKİTLERİ
 
VİZYONDAKİ FİLMLER
 
E-DEVLET
 









 
Bugün 5 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!

http://www.fileupyours.com/view/288031/03%20Abdurraham%20%D6n%FCl%20-%20Sultanim.mp3 http://www.fileupyours.com/view/288031/ilahi-%20mustafa%20taskaya-medineye%20varamadim-yarali%A001-islam-allah-muhammed-norvec-norge-norsk-oslo-is.mp3 http://www.fileupyours.com/view/288031/salavat.mp3 <BGSOUND src="http://geocities.com/spycobra2007/e.mp3" loop=infinite>


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.3.2
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol